Namaz Bilinci ve Geleceğin İnşası

Köşe yazılarını derliyoruz.

Moderatörler: sitare, kardelenim, Divane, veli, beyaz dilekce, fyznur, gülümse, kelimat, my, Huucu, gulce

Cevapla
Kullanıcı avatarı
fyznur
Çok Özel Üye
Çok Özel Üye
Mesajlar: 2389
Kayıt: 18 May 2007, 13:39

Namaz Bilinci ve Geleceğin İnşası

Mesaj gönderen fyznur » 10 Tem 2008, 17:09

[img::]http://img48.imageshack.us/img48/9288/t ... dincg7.jpg[/img]


Namaz Bilinci ve Geleceğin İnşâsı

Namaz gönül dünyamızı imar eder, Rabbimiz ile olan irtibâtımızı kuvvetlendirir, bizi diri tutar, O’na yaklaştırır. Bir taraftan da dünya tasavvurumuzu, dünyaya bakışımızı namazla eyleme dökeriz. Namaz, kimliğimizin kodlarını ortaya koyar. Her nereye gitsek, her nerede olsak namaz bir parçadır bizden. Müminler olarak kopamayız namazdan, kopmak istemeyiz. Ne zaman ki ondan uzaklaştık, o zaman biz biz olmaktan çıkmışız demektir. Namaz, bütün benliğimizi kuşatan bir bilinç hâli, başkalarıyla aramızdaki alâmeti fârikadır.

İslâm’ın şekillendirmediği bir ortamda, Müslüman’ca yaşamanın mücadelesini vermiş olan Ali İzzet Begoviç: Namaz, İslâmî dünya görüşünün bir ifadesi olduğu kadar, İslâm’ın dünyayı nasıl düzenlemek istediğini de göstermektedir, demekle bu hakikatin altını çizer. (Doğu ve Batı Arasında İslâm, s. 229)

Sezai Karakoç da, Namaz, günde beş kere kapımızı çalan güneştir, diyor. (Kıyamet Aşısı, s.16 ) Günde beş kez, biz o ışığa açıyoruz gönül alemimizi, zihnimizin bütün hücrelerini. O güneşle evimizi, neslimizi, dış dünyamızı aydınlatıyoruz. Ve gönlümüzdeki, gözümüzdeki o aydınlıkla bakıyoruz hayata. O ışık, rehberlik ediyor bize. İnsanlara karşı davranışlarımızda, onlarla olan münasebetlerimizde, o nûr mürşidimiz oluyor.

Peygamber Efendimiz (s.a.) evimizin yanıbaşından akan bir çağlayana benzetiyor namazı. Soruyor, Günde beş kez bu çağlayanda yıkanan kimsede günah n----- bir şey kalır mı? diye. (Buharî, Mevâkît, 6) Kalmaz elbet. Her dem arınan bir insanda nasıl kir, pas kalır? O insan nasıl zâlim olur, o insan nasıl cana kıyar, o insan nasıl yoldan çıkar, fuhşiyâta dalar. Sînesi sâftır onun. Fıtratıyla âhenkli; Rabbi, kendisi ve insanlarla barışıktır. Zor durumunda da, başına bir hâl geldiği zaman da tesellisidir namaz. Varıp huzur bulacağı şefkat kucağıdır. Bundandır, bütün Peygamberlerin (a.s.) felâket ve musîbet anlarında namaza yönelmeleri. Ömrü boyunca pek çok sıkıntılara duçâr olmuş Efendimiz (s.a.)in, “Kalk Bilal, bizi namaza davet etmekle rahatlat!” (İbn Hanbel, Müsned, V, 364,371) buyurması bunun içindir. Çile şâiri Necip Fazıl da,

Namaz sancıma ilaç yanık yerime merhem
Onsuz ebedi hayat benim olsa istemem
beytiyle namazın teselli ve huzur veçhesini ifade etmiştir.

Namazı bu manada benimsemiş, özümsemiş olan Müslüman’ın artık en büyük sorumluluğu aile efrâdına, çocuklarına, namazı talim ettirmesidir. Geride namazsız bir nesil bırakmamanın kaygısını duymaktır. Bunun için çabalamak, çare aramaktır. Efendimiz (s.a.)’e hitaben, “Yakınlarına, namazı emret, sen de bunda devamlı, sebatlı ol!” (Tâhâ, 20/132) buyrulmuştur. Bu mesuliyet, Peygamberimizin şahsında hepimize, bütün ümmete yüklenmiştir. Namazda sebatkar olmak ve namazı haline getirmiş bir nesil bırakmak. Bu kaygıyla olsa gerek Büyük Peygamber İbrahim (a.s.) bir duasında : “Ey Rabbim, beni ve soyumdan gelen insanları namazda devamlı ve duyarlı kıl!” (İbrahim 14/40) diye yakarmıştı.

Meryem Sûresinde Meryem (a.s.)’dan bahsedildikten sonra “Bu kitapta İbrahim’i de an, Musâ’yı da an…” diye bir dizi peygamberden söz edilir. Söz İsmail (a.s.)’a geldiğinde ondan: “Ve o yakınlarına namazı ve zekatı emrederdi, Rabbinin katında da hoşnutluk kazanmıştı” (Meryem, 19/55) diye bahsedilir. Bu, İbrahim (a.s.) duasının kabul edildiğini ve silsile halinde bu bilincin gelecek kuşaklara taşındığını gösteriyor. Allah’ın kendilerini nimete mazhar kıldığı, Adem’in, Nuh’un , İbrahim’in ve İsrâil’in ve diğer peygamberlerin ardı sıra gelenler bu geleneği devam ettiriyorlar. (Meryem, 19/58) Ama gün geliyor bu zincir kopuyor. “Onların ardından, namazı boş veren, şehvetlerinin, dünyevi tutkularının peşine düşen bir kuşak geldi. İşte bunlar azgınlıklarının cezasını çekecekler.” (Meryem, 19/58) Namazsız bir nesil elbette istek ve arzularının peşine düşer. Dünyaya dalar. Dünya görüşü, hayata bakışı değişir. Zira namazdı onları, hayasızlıktan, edepsizlikten, çirkin fiillerden, insan haysiyetine yakışmayan tavır ve davranışlardan alıkoyan. (Ankebût, 29/45)

Bu bilinç tekrar Hz. Muhammed (s.a.) Efendimizle kâim olmuştur. O, namazla tekrar hayata mânâ katmış, bu silsileyi yeniden başlatmıştır. O, namazı gözünün, gönlünün nûru bilmiş; “en güzel nesli” namazla terbiye etmiştir. Ve o bilinç sonraki nesillerde hep devam edegelmiştir.


Namazsız bir neslin meydana gelmesi belirli bir süreçte gerçekleşir. Önceki kuşakların namaza ve namaz talimine karşı lakayt kalmaları sonucunda ortaya çıkan bir vakıadır bu. Bu da, Müslüman’ca hayata bakışın bitmekte olduğunun işaretidir. Müslüman kimliğinin yok olmaya doğru yol almasıdır. O halde zincirin koptuğu nokta, içinde bulunduğumuz kuşak olmamalıdır. Omuzlarımıza böyle bir vebal yüklenmemelidir.

Namaz bilincinin aşılanmasında en büyük görev anne babaya aittir. Bu eğitim daha anne karnında başlıyor. Annenin namaza olan hassasiyeti, bebeğiyle beraber Rabbine yönelişi, çocuk için ilk aşı oluyor. Bebeğin dünyaya gelmesiyle kulağına okunan ezan ve kamet, ona bu bilinci aşılamaya yöneliktir. Hiç tanımadığı bu dünyayla tanışmasında ona ilk telkin edilen namaz oluyor. Ancak namazla Yaratıcının istediğine uygun bir hayat yaşayacağı çağrısı yapılıyor. Yani ona dünyaya nasıl bakacağı ve hayatı nasıl anlamlandıracağı anlatılıyor.

Gözleri görmeye, kulağı duymaya başlayınca, ayakları yavaş yavaş basınca yere, anne babasının –ona göre- garip hareketlerini görüyor. Gözlerini uykudan açınca, babasının namazını görüyor, ya da namazda olan annesinin çağrısına cevap vermediğini öğreniyor. Anne babanın örnekliği, çocuğun her gün aynı tabloyu sürekli görmesi, zihnine kazıyor namazı. Zaten zihni ve kalbi bembeyaz bir kanaviçe. Anne babanın her güzel davranışı bir nakış oluyor onda.

Bir arkadaşımın üç yaşındaki oğlu, ezan okunmaya başlayınca, sevinçle ileri geri koşup “Baba namaz, baba namaz!” diyor. Çünkü daha önce babasının ezanla birlikte camiye gittiğini gördü hep… Aile danışmanı Münir Arıkan da çocukları namaza alıştırmak için şöyle bir metod takip etmiş: Evlendiğimizde eşime çok güzel bir seccade aldım. Bunu sekiz yıldır kendim seriyorum. Eşime bir gün bile, hadi namaz demedim. Bir çocuğumuz oldu, bu sefer küçük bir seccade aldım. Şu an beş seccademiz var. Ben bunları gece gündüz seriyorum. Şimdi dokuz aylık çocuğumuz geliyor, kafasını oraya koyuyor, kendi kendine mırıldanıyor, gidiyor; orada kendine ait bir yeri var. Hepsi oraya geliyorlar, yerleri var. (Altınoluk, Eylül 2003, s.12)

Yedi yaşına gelince, Peygamber Efendimizin tavsiyesine uyarak (Ebû Davud, Salât, 26) daha küçük demeden çocuğa namaz öğretilmeli, teşvik edilmeli. Sevdirilmeli, özendirilmeli. Oturup baş başa, karşılıklı konuşmalı, enine boyuna namazı anlatmalı. Üzerine basa basa, mükafatı, sevabı, manevi fâideleri... Biraz da korkutmalı, kılınmadığı takdirde bunun neye mal olacağı, ahiretteki cezası… Bir taraftan mükafatlandırılmalı. Sürekli bir beklentiye dönüştürülmeden; ödüllendirilmeli, takdir edilmeli…

Hikayeci Ömer Seyfettin, “İlk Namaz” adlı hikayesinde, annesinin onu sabah namazına ne kadar tatlı ve sevdirici bir yaklaşımla kaldırdığını çok güzel anlatır. Bu kısa hikayede ideal bir namaz eğitiminin ipuçları vardır…

Çocukken benim de yaşadığım bir hatıram var. Yeni yeni camiye gitmeye başladığımız günlerin birinde, yaşlı bir amca bana kibar, zarif bir tesbih hediye etti. Ne kadar sevindim. Adeta göklere uçtum. Ve yıllarca taşıdım o tesbihi yanımda… Bunun kötü örnekleri de var. Şefkat ve merhamet âbidesi olması gereken aksakallı ihtiyarlar, küçüklerin masum ve çocuksu davranışlarına nasıl öfkeyle mukabele ediyor, nasıl onları azarlıyor, camiden kovuyorlar. Üzülmemek elde değil…

Yaş biraz daha ilerleyince sık boğaz etmeden, kızmadan bağırmadan, namazları kılıp kılmadığı takip edilmeli. Kılmamışsa tatlı bir dille kılması söylenmeli. Gönüllü değilse, tavına getirip tekrar hatırlatmalı. Ama taviz vermemeli. Gerekirse biraz yaptırım uygulanmalı, sahip olduğu bazı şeylerden mahrum bırakmalı. Bazen acze düştüğümüz olur. Ne yapsam da tekrar söylesem, kıldırabilsem dediğimiz, sancılandığımız zaman olur. O zaman da duâya sarılmalı herhâlde.

Bu yol ince ve uzun. Kolay değil elbet, sabır istiyor. Ama unutmamalı ki koskoca bir dünya görüşü aşılıyoruz onlara, önlerine ışık tutuyoruz. Hatta dünyaya şekil veriyoruz. Dünyanın gidişatını değiştirmeye talip oluyoruz, bu çabamızla. Zira dünyanın gidişatından biz mesulüz.


Mesut Kaya

Kaynak: Altınoluk dergisi

Cevapla