b...MELEKLERİN ARKADAŞI İMRAN İBN. HUSAYN (r.a.)

Namazı "ikâme eden" büyükleri taşıyacağız sayfalarımıza. Sahabenin, peygamberin namazı, velîlerin, Allah dostlarının namazı..

Moderatörler: sitare, kardelenim, Divane, beyaz dilekce, fyznur, gülümse, kelimat, my, Huucu, gulce

Cevapla
Kullanıcı avatarı
cezm
Namaz Aşığı
Namaz Aşığı
Mesajlar: 1471
Kayıt: 26 Kas 2006, 17:36

b...MELEKLERİN ARKADAŞI İMRAN İBN. HUSAYN (r.a.)

Mesaj gönderen cezm » 01 Nis 2007, 18:32

MELEKLERİN ARKADAŞI İMRAN İBN. HUSAYN r.a.
(Mustafa Demirci)

“ Keşke bir kum yığını olsaydım da, rüzgarlar beni savursa, zerre zerre dağıtsaydı”
Bu söz Allah(c.c.)’ın azametini, yüceliğini tam olarak kavrayan mü’min gönüllerin müşterek niyâzıdır. Onlar, yaptıkları ibâdetler ne kadar çok olursa olsun Allah (c.c.)’a lâyıkı ile şükretmiş, hakkıyla kulluk etmiş olamayacaklarını çok iyi bilen kimselerdir. Bu iman çağlayanlarındaki Allah korkusu, işledikleri bir günah ya da günahlar sebebi ile değil, kulluk bilincinin ve sorumluluğunun iliklerine kadar nüfuz etmiş olmasından kaynaklanıyordu. Çünkü onlar İslam nimeti ile tanıştıkları andan itibaren zaten çok az günah işlemişlerdi. Bu örnek kişiliklerden birisi de; doğruluk, takvâ ve vera timsali bir güzide sahabi olan İmran bin Husayn idi. O, Allah’ı sevme O (c.c.)’na itaat etme konusunda benliğini bertaraf edenlerin müşahhas örneklerinden birisidir. Allah(c.c.)’ın tevfîki ve inayeti sayesinde bir çok kulluk meziyetlerine sahip olmasına rağmen gözyaşları hiç dinmemiş feryadı, bütün gönüllerde yankılanan ölümsüz terennüme dönüşmüştür: “Keşke bir kum yığını olsaydım.”
O (r.a.) eşsiz emanetin insanoğluna getirdiği yükümlülüklere dikkat çekmek istiyordu. Allah(c.c.)’a sarsılmaz bir iman ve sevgi ile bağlıydı ve bu sevginin tezahürü olarak O (c.c.)’nun hoşnutluğunu zedelemekten çok korkuyordu. O, melek huylu güzel, Rabbi’nin azametini, yüceliğini tam olarak sezinleyenlerden biriydi. Şu değişmez hakikat İmran’ın gönül duvarının serlevhası idi: “O mutlak olan Sevgiliye ne kadar rükû edilirse edilsin, alınlar ne kadar secdelerde beklerse beklesin, ne denli ibadet ve tâatte bulunulursa bulunulsun; Allah’a hakkı ile şükredilmiş, layık-ı vechile kulluk yapılmış olunamazdı.” İşte bu, endişesinin temel sebebini oluşturuyordu.
Nitekim İmran ile aynı endişeyi paylaşan mutluluk çağının diğer yıldızlarından bir grup, kâinatın Efendisi (s.a.v.)’ne gelerek içerisinde bulundukları hallerden şikayetçi olmuşlardı. Onlar endişelerini şu sözlerle dile getiriyorlardı:
“Bize ne oluyor, ey Allah’ın Rasûlü! Sizin huzurunuzda bulunduğumuz sırada, kalplerimiz yumuşuyor. Gönlümüz rikkat ile kulluk kıvamını buluyor. Dünya ve ona ait ne varsa hepsine sırt çeviriyoruz. Sizin huzurunuzda sanki cennet ve cehennemi öbür alemleri ayan-beyan görür gibi oluyoruz. Ne var ki, sizden ayrılıp ailemizin yanına dönüp dünya işlerine dalınca yaşadıklarımızı unutmaya başlıyoruz.” Gönüller sultanı, gül yüzlü güzel, onların bu haline tebessümle açıklık getiriyordu: “Hayatım yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, siz her zaman Benim yanımda olduğunuz hal üzere yaşasaydınız, meleklerin yollarınız üzerinde sizleri selamladığını ve herkesin önünde sizlerle musafaha ettiklerini görürdünüz. Ancak, “Ara Sıra Öyle, Ara Sıra Böyle.” Allah(c.c.)’ın sevgilisinin bu sözleri İmran’ın zihninde şimşekler çaktırmıştı. “Neden olmasın? Neden her zaman aynı hal üzere yaşamak zevkinden mahrum kalayım?” diyordu kendi kendine. Bunun için kendisiyle ahitleşti, sözleşti İmran. Meleklerle arkadaş olmak istiyordu O. Böylece, bu alemde yaşarken öbür alemin sırları ile tanışacak ve, “Halk içinde Hakk(c.c.) ile olmak” için gayret sarf edecekti. Hadîs-i Nebevî İmran’ın içinde taşıdığı ateşi körüklemiş, fıtratında var olan asil duyguları harekete geçirmişti. İmran, hayatının bir öyle bir böyle olmasını değil yek-âhenk, bütün zamanı Allah (c.c.) ve Rasûlü ile birlikte geçirmek istiyordu. O’nun şevki Allah ve Rasûlü’ne, zevki ise meleklerle selamlaşıp görünmeyen alemlerde seyre dalmaktı. O, bu sözünü tutmuş ve Hayber senesinde biat için Rasulullah’ın gül kokulu mübarek elleri ile sağ elini birleştirdiği andan itibaren fazîleti ile göz doldurmuştu. Eriştiği nimetin, taşıdığı ağır yükün farkında, şuurlu bir güzel insandı O. Örnek kişiliği, zühdü, takvası sebebiyle Halife Hz.Ömer (r.a.)’in gözdesi olmuştu. Hilafeti döneminde İmran’ı Basra’ya muallim olarak tayin etmişti Hz.Ömer. Basralı’lar O melek huylu güzeli gönülden karşılamış, feyzinden nasipdâr olmak, takvâsının nûru ile aydınlanmak için etrafında pervâne olmuşlardı. Basra’nın iki güzîde takvâ sembolü Hasanü’l-Basrî ile İbn-i Sîrin, İmran (r.a.)’ın Basra’yı teşrifini şu cümle ile özetlemişlerdi: “Basra’yı şereflendiren sahâbe-i kirâm içerisinde Hz. İmrân b. Husayn (r.a.)’dan daha fazîletlisi yoktur.” Hz. İmran (r.a.) dâimî huzura erişmenin hazzı ile kendisini Allah’tan alıkoyacak her türlü uğraşıyı terk etmişti. Sürekli ibadet ve tâat ile meşgul idi.Allah’a kulluk neşvesi benliğini öylesine sarmıştı ki; İmran sanki bu maddî alemde değil, sanki bu geçici dünya toprağında büyümemiş ve birlikte olduğu insanlar arasında yaşamıyormuş yaşıyordu. Zaten kulluğun temel espirisi de bu değil miydi: “Bu dünyada bir yolcu olmak.” Sefer içinde seferler yapmak, seyir içinde seyirlere dalmak. Bu alemde yaşayıp bu alemden olmamak...Toprağın değil rûhun rengine, âhengine bürünmek... İmran selamlaşmaya sevdalandığı melekler içinde yaşayan bir melek gibiydi. Melekler onunla selamlaşıyor, O da meleklerle sohbet ediyordu. İbadetlerini güzel ahlakı ile taçlandıran İmran bin.Husayn, Müslümanlar arasında barış ve emniyetin sağlanmasında da öncülük yapıyordu. Yaşadığı döneme ait her türlü fitne rüzgârına sırt çeviriyor, ulaşabildiği her gönül sahibine şu öğüt ve tavsiyelerle sesleniyordu: “İki Müslüman guruptan herhangi birisine silah atmaktansa, bir dağın tepesini yuva edinip ölünceye dek orada otlayıp duran bir ceylan olmayı tercih ederdim.” O’nun Rabbine olan teslimiyet ve rızası ise gıpta edilmesi gereken düzeyde idi. Otuz yıl çektiği şiddetli hastalık sebebiyle bitmek tükenmek bilmeyen acılar içinde kıvrandığı halde halinden şikayetçi olduğu görülmemişti. Dahası bu ağır hastalık hiçbir zaman İmran’ı ibadetlerinden alıkoyamamıştı. O, Allah’ın kendisi için sevdiği bu hali en sevdiği hal olarak nitelendirmiş ve kendisini hastalığı sebebiyle teselli etmek isteyen dostlarına şu söz ile karşılık vermişti: “Şunu bilesiniz ki; benim en sevdiğim şey, Allah (c.c.)’ın sevdiği şeydir.”
Her şeyden çok sevdiği Rabbine kavuşma vakti geldiğinde, yakınlarına şu mânidar vasiyette bulunmuştu:
“Beni defnedip evlerinize döndüğünüz vakit bir deve kesip ziyafet verin!” Bu ziyafet İmran’ın vuslatı için verilecekti. O, Mutlak Sevgili’ye kavuşmanın sevincini dostları ile böyle paylaşıyordu. Çünkü ölüm bu melek yüzlü, melek huylu güzel insan İmran (r.a.) için ayrılık değil, gerçek buluşma idi. Ne mutlu İmran bin Husayn (r.a.)’a.
"YA RABBİ KATINDAN GELECEK OLAN HAYRA ÖYLE MUHTACIZ Kİ..."
...iyyake na'büdü ve iyyake nestaıyn...


...Ya Rabbi, el- LATİF isminle muamele eyle...[/i]

kelimat
Namaz Aşığı
Namaz Aşığı
Mesajlar: 1458
Kayıt: 02 Eki 2006, 07:04

Mesaj gönderen kelimat » 01 Nis 2007, 18:57

Allah (CC) razı olsun cezm.. :cicekk
مع العسر يسرا

Cevapla